MEDENİYET ve ÖLÇÜTLERİ (Üçüncü Bölüm)
Medeniyet tek başına, ne giyim kuşam, ne sanayideki gelişmeler ve ne de teknolojiyle ölçülendirilebilir. Medeniyet, sanayi üretimiyle at başı yürüyen bir estetik anlayışına ek olarak, tarihin kadim dönemlerinden menşe alan ve kökü insanlık kadar eski, toplumsal dayanışma ve huzur içinde bir arada yaşamayı mihenk alıcı ve bunu sağlayıcı ne varsa, ona sıkı sıkıya bağlı kalan kurallar manzumesinden ibarettir. Toplumun geleceği ve refahının devamı için kendi koyduğu kurallara sımsıkı tutunma ve uygulamada tolerans göstermeme halinde tezahür eden bir nizam şuuru.. Ve bu şuurun doğurduğu anlayışı, kültür ve sanatta derinleşip kalıcı eserler üreterek çevreye ve geleceğe taşıma azmi.. Çünkü ağaç köküyle yaşar, insan da..
Bünyesindeki değişik fikir ve inanışın yaşama hakkına saygı ve onları samimi olarak koruma prensibine sahip bir adalet anlayışı içerisinde, insanın kendi üzerindeki hâkimiyeti… Hatta yalnız insanın değil hayvanın da hakkını taahhüt altına almış bir hâkimiyet.. Bir memleketin medeni olup olmadığını anlamanın en pratik yolu, sokak hayvanlarına bakmaktır. Avlanma korkusu duymayan ve insanlardan kaçmayan sokak hayvanları, o yörenin ne derece medeni olduğunu bu davranışlarıyla mühürler..
Kurallara uyma ve sabırla yoğrulmuş disiplin, medeniyetin vazgeçilmez bir unsurudur. İnsanlığın efendisine atfedilen asil Arap atı meselesi bu konuya açıklık getirmede bire bir.. Arabistan yarımadasındaki bütün makbul at soylarından örnekler getirilip eğitime tabi tutuluyor. Eğitim de, sadece bir gong sesiyle atlara sıraya girmeyi öğretmekten ibaret.. Daha sonra uzun bir açlık yaşatılan atların önüne yem atılıp o muhteşem emir veriliyor: Gong’a vurun!. Atlardan pek azı başını yemden kaldırıp sıraya giriyor. İşte o sıraya giren atların başını mübarek eliyle okşayan insanlığın iftihar tablosu sayesinde, asil Arap atı soyunun başladığı söylenir. Yine disiplin, yine disiplin…
Medeniyetin şe’ni (gereği) ise farkına varmaktır. Bunu sağlayan öyle bir akıldır ki, aynı atmosfer altında, çevresiyle iletişimi hiç koparmamış ve olup biten hadiselerden çıkarım yaparak kendini sürekli kalibrasyona tâbi tutan bir akıl.. İşte bu aklın, eşya ve hadiselerden ekstrapolasyonla elde ettiği bilgi, bazen çok uzun sürede ve büyük masraflarla ulaşılmış bilgiye üstünlük arz eder. Bir biyoloğun memeli hayvanları tasnif ederken onca yıldır harcadığı çaba, bir köylünün “kulakları dışarıdaysa memeli olur, kulakları içerideyse memeli hayvan değildir” sözüyle bir anda berhava oluverir.
Medenî insan mütebessim olur ve selamlaşmayı hayatın mutadı (rutin) halinde görür. İnsanlar sözden ziyade, sözün bıraktığı tesir, eda ve ahenkten anlar. Batı dünyasında selamlaşma bir itiyat haline gelmiştir. Selamın iç derinliğinden bihaber olsa da, dış yüz kabartısıyla toplumsal güvenin tesisinde batıda selam, kıymet ölçüleri arasında ilk sıralarda yer alır. Her hüsnün asliyet ve membaı doğuda olduğu gibi selam ve onun tedaileri de yine doğudan.. Sahabe devrinin yıldız simaları, alış veriş yapmayacak olsa bile pazara, sırf selamlaşmak için gider ve önüne gelene Allahın selamını vererek, toplumsal bütünlüğün örgüleşmesini sağlardı. Selam verirken tokalaşma ve sarılma hareketlerini ise, her toplum kendi mazi ve geleneklerinin ışığında ele almalı ve batının kişisel mesafe (personal space) dediği yaklaşık 50 cm ile sınırlı alanın ihlalini, kendi iç dinamikleri ile hükme bağlamalıdır.
Netice itibarıyla, lahuri şalını asmak için duvara çaktığı mıhın ucunu eğerek askı yapan anlayış nerede, üzeri motiflerle bezeli bir mermere, adeta can katarak askı yapan mikelanj ruhu nerede? İşte medeniyet budur.