Gaziantep Üniversite Hastanesi Haber Bülteni

DÜŞÜNCE MİMARI KELİMELER-2


Konuşmak, düşünmeye yaradığına göre, ne kadar çok kelime, o kadar çok düşünce.. Her kelime bir ihtiyaca binaen çıkar ve toplumun duygu ve düşüncelerini mühürleyen ifadeler halinde heykelleşir. Bu nedenle kelime sayısı yüksek topluluklar daima yüksek medeniyetler kurmuştur. Özellikle soyut kelimelerin varlığı, sanat, felsefe, sosyoloji ve estetik kaygılar taşımanın en somut delilleridir ve düşünsel meselelere o milletin ne kadar kafa yorduğunun da bir göstergesidir. Öte yandan, daha çok doğa seslerini taklit olarak ortaya çıkan ve tınısı da o doğa olayına benzeyen kısa, küt, musikisi olmayan kelimelerle, maveraya dair metafizik meselelerin halledilmesi beklenemez.   

Toplumlar dili, dil de toplumları geliştirir. Büyük Fransız düşünürü Monteyn (Montaigne) “Denemeler” adlı eserinin ön sözünde, kitabını, Fransa sokaklarında kullanılan dille yazmaktan hiç de hicap etmediğini ve halk dilinden uzaklaşmadığını ifade ediyor. Sokak aralarında ve kahvehane köşelerinde kullanılan bir dille, bir devrim gerçekleşebiliyorsa, o dil mücerret kavramlar açısından rüştünü ispat etmiş anlamına gelir ki, bu durumda Monteyn’in bu dili kullanması hiç de şaşırtıcı olmaz. Öte yandan toplam 250 kelimelik bir kelime portföyüyle anlaşmaya çalışan insan toplulukları ancak, en iptidai ihtiyaçlarını karşılamaktan öte bir oluş bildiremez. Bu durumda, lisanı farazî düşünceye imkân vermeyen milletler, milli dil gümrüğünü sıkı tutmak kaydıyla kelime ithal edilebilirler. Dışarıdan alınan bu kelimeler, halkın ağzında pişirildikten sonra, gönül rahatlığıyla lügatlerde yerini alır.

Nasıl ki batı dünyası bizdeki “Ayşe” ismini, daha iyi telaffuz edebilmek çabasıyla (!) “Ayshe” yazıyorsa, kulağa geldiği şekliyle kelimeleri heceleyen güzelim Türkçemiz sayesinde, yabancı isimleri bizzat okunduğu şekilde; Arşimet (Archimedes), Aristo (Aristoteles), Niçe (Nietzsche), Aynştayn (Einstein), Henok Şönlayn (Henoch-Schönlein) vs şeklinde yazmaktan imtina edilmemeli. Kelime bir kere dile bu şekilde girdi mi, artık ana sütü kadar helal, kendi malımız gözüyle bakabiliriz o kelimeye..

Menşei nereden olursa olsun, her yenilik ve her icat daima yeni bir kelime anlamına gelir. Bu yeniliklere, tarihin derinliklerinden bir ad aparmak yerine, o kelimeyi milli hançerenin tornasına tabi tuttuktan sonra kabul etmek, muasır medeniyet politikamızla da bağdaşır. Aksi halde, her yeniliğe bir milli kelime bulma gayreti ile hiçbir yere varılamaz. Yeni bir icat olarak otomobil bulunduğunda, her bir parçayı ayrı ayrı ifade eden binlerce teknik kelime, bilgisayar bulunduğunda hakeza bir çok yabancı kelime dilimize sızmıştır. Bu kelimeleri Türkçe okunuşu ile sahiplenmek, Türkçeye ihanet değil bilakis zenginleştirmek anlamına gelir. Buradaki kritik nokta, halkın bu kelimeyi benimseyerek telaffuzunu yapmasıdır. Halk telaffuz ettikten sonra o kelime zaten artık o halkın malıdır. Yukarıda bahsettiğimiz Monteyn'in, kitabını yazarken kullanmaktan çekinmediği sokak dili işte bu dildir.

Çocukken okuduğum 1961 baskılı bir kitapta, 1933 yılına ait kesitsel bir çalışmadan bahsediliyordu. O tarihte kullanılan dilin %45’i Arapça, %16’sı Farsça, %4’ü Fransızca ve geri kalanının Türkçe olduğu söyleniyordu. Bir imparatorluk dili olan Osmanlıcada bu durum yadsınamazdı ancak daha sonraki dönemde yapılan dil reformlarıyla durum eskisinden beter oldu. Modernleşmenin peçelediği öz Türkçe palavrası, toplumu düşünsel anlamda metafizik derinlikten yoksun bıraktı. Oysaki globalleşmiş dünya artık ortak bir dil geliştirmişti. Burada yapılması gereken, öz Türkçesini aramak değil, o yeni kelimelerin nasıl sahiplenilebileceği hususunda çalışma yapmaktır.  Bu şekilde dil gelişirken mevcut toplumsal değerlerden ödün verilmemeli.

Çünkü gelişme, mukaddeslerden feragatle olmaz.