TECESSÜS (Arayıcılık Humması)
Merak.. Ama haddini aşan bir merak; tecessüs.. Üstüne vazife olmadığı halde her şeyi bilme, öğrenme ve görme gayreti... Üniversite gibi ilim mahfillerindeki hakikat arayıcılığının çeldiricisi.. “Araştırma görevlisi” tanımının azmanı.. “Merak ilmin hocasıdır” hadisinin suikastçısı.. Tıpkı casus gibi bir merak.. Zaten her iki kelime de aynı kökten.. Bir av köpeği gibi kurbanına mihraklanmış, ta ki onu dişleri arasında geveleyene kadar avının peşinde.. İlmin ağırlığı altında, meselelere çözüm arayan bir merak değil, hafiye tarzında, onun bunun kuytusunu kollayan, kendisine olmadığı gibi kimseye faydası dokunmayan bir bilgi edinme hevesi. Sonunda da, ispiyon halinde hasatını kaldıracağı bir bilgi hasedi..
Tecessüs.. Daha çok doğu medeniyetlerinin başına tebelleş olan (Musallat, bela) ve sâri (Bulaşıcı) bir hastalık gibi nesilden nesile geçen bu illet, batının ayıp saydığı ve dolayısıyla kültürüne, yapılması yasak olanların en başında derç ettiği (Aldığı, yerleştirdiği) bir kavramdır. Doğu toplumlarında ise, belki de anlatılan masalların tesiri altında, uçanlar kaçanlar ve gizli kalmış hazine efsaneleri bu toplumu, bu denli meraklı yapmıştır. Yolda rastladığı komşusuna daha hal hatır sormadan, nezaket maskesi altında, “Nereden geliyorsun?”, “Nereye gidiyorsun?”, “Ne yapacaksın?” gibi ahret sorularını aratmayan suallerle, adeta sorguya çeken bir yaklaşım, eğer gerçeği söyleyemeyecek durumdaysa da, kişiyi yalana teşvik edici olması münasebetiyle çirkinlerin çirkini.. Bu şekilde derinlemesine araştırmayla, aşikâr olandan ziyade mahrem mevzuları kurcalama, onu açığa vurma ve faş etme hevesi, en hafif ifadesiyle, kaba bir laubalilikten başka bir izah kabul etmez. Nasrettin Hoca bu konuyu ne güzel misallendiriyor:
-Hoca hoca baksana, bir tepsi baklava gidiyor.
-Bana ne...
-Ama hocam olur mu, tepsi sizin eve gidiyor.
-O zaman sana ne!..
Tıpta anamnez almaya denk, bilinmezin kâşifi olmak edasında, hakkında her şeyi bilmeye talip, ıcığını cıcığını çıkartan sorular.. “Bu kadar da olmaz” denildiğinde, sözüm ona “Seni düşündüğümden!” havasında bir duygu hokkabazlığıyla, art arda sorulan ısrarlı, kişisel sorular.. İşte tecessüs budur.
Bilmiyorum demenin rahatlık ve emniyeti yerine, çok şey bilmenin ağırlığı.. Hem bildiklerini söyleyememek sancısıyla kıvranmak, hem de söyleyecekse de gıybet denilen iğrençliğe müptela olmak tehlikesi.. Ne büyük bahtsızlık.. Muzır (Zararlı) bilgiye sahip olmak bahtsızlığı....
Kelimeler sayesinde dile düşmüş her duygu, nasıl ki örselenerek kendi öz mahiyetinden bir şeyler kaybederse, kulaktan giren her bilgi, göze yansıyan her imaj, hayalden, o da dimağdan bir şey alır, yerinde bir tesir bırakır. Bu aldığı şey, bazen budama etkisiyle akıllardaki çerçöp temizliğini sağlar ama, bazen de öz mahiyetinin kaybı olarak tezahür eder. Bu nedenle, medeniyet ölçütleri için bile olsa mavera yolcuları, akıl kapılarına girişi tutan güvenliğe azami dikkat etmek borcundadır.