Gaziantep Üniversite Hastanesi Haber Bülteni

Sanat ve Tıp


Sanat, soyut manada kâinatın sırlarını en çevik usulde aramanın müessesesi. Somut manada da, bu arayışta kullanılan eşyalar manzumesi. Sanatçı, işte bu hengâmede kendine has duygular anaforunda keşfettiklerini sergileyen seyyah…

 

Kâinatta ne var; onda var. Onda ne aranırsa; kâinatta mevcut. İnsan... Mikro ve makro kozmosda bugüne dek keşfedilen her şeyin numunesini içinde barındıran o. Onda bulunandan yola çıkarak evrende yeni icatlara sebep olan yine o. Dengeler ve mizancıklar abidesi. Bu nedenle insanı anlamak, kâinatı anlamaktan geçer. Gizemli, sırlarla dolu kâinat araştırıcılığı da insan bilinmezine ışık tutar. Fransız şairi Rimbaud “Sanat bilinmezi keşfetmektir” der. İnsan bilinmezinin keşfine memur olan doktorun, bu bağlamda yaptığı her araştırma bir nevi icra-ı sanattır denebilir.

 

Hiçbir büyük sanatkâr yoktur ki; sanatını fikre, bir dünya görüşüne dayamadan, öylesine, sadece sanat için yapmış olsun. Her sanatkâr sanatını icra ederken, ardındaki gizli manayı yani esas fikri bildirmek ister. Soyutu resmeden sanatkâra sorulsa, yüksek algı yeteneği sayesinde kendi has dünyasında hissettiği gerçekleri en girift bir usulle ifadelendirecektir. İşte bu ifade, sanatın ta kendisidir. O bir algıdır. O, bilinmezden bilinebilirlik süzme ameliyesidir. O, derin bir araştırma ve gölgenin izdüşümünü kafesleme çabasıdır. Tıp bilimi ise, plastikasından (eşyanın dış yüz kabartısı) hücrelerine varıncaya kadar serapa bir sanat eseri olan insanı anlamak için yapılan araştırmalar bütünüdür. Tıpkı büyük sanatkârların eserlerini bir dünya görüşüne dayandırdıkları gibi, büyük doktorlar da araştırmayla elde ettikleri maddi bulguların ardındaki gizli manayı bulmaya memur belki de mecburdurlar. Organa bir karakter yükleyip kişiselleştirdikten sonra onun dilini çözmek ve aynı dilden konuşur olmak artık o organla hemhal olmak anlamına gelir. Böylece doktor artık hastalıklara teknik bir gözle bakıp fotoğrafını çeken bir teknisyen değil, ilmi delillerle resmini çizen bilim adamı da değil, bizzat organ ve hastalığı konuşturan bir filozof, bir mütefekkirdir. Tıp mesleğine sanat gözüyle bakan doktorun ufuk çizgisi işte budur. Geçmişte ki Lokman Hekim, Hipokrat ve İbn-i Sina gibi tarihe mâl olmuş isimler bu yollardan geçmiş olsa gerektir ki, yalnızca bir hekim değil insanlığa yol gösterici bir kanaat önderi halinde, koymuş oldukları hükümler günümüze kadar ulaşmıştır.

 

Hem doktor hem sanatkâr, kâh bestekâr kâh güftekâr, ya ressam yahut heykeltıraş, hiç olmadı iç mimar. Türk sanat musikisinde makamları toparlayıp kendi soy isimleriyle anılan “AREL-EZGİ-UZDİLEK” sistemini kuranlar arasında; doktor.. Bu sistemle ölümsüz müzik eserlerini veren yine doktor. Anatomi kitaplarında hastayı disseke eden o, resmini en usta ressama taş çıkartan vasıfta çizen yine o. “Tıp fakültelerinden her cins adam çıkar, bazen de doktor çıkar” sözü, tıpın işte bu sanatsal yönleri ile hiç ilgilenmeyip sadece mekanizmalarla uğraşan, bu nedenle hekimliğin icra-ı sanatından başka sanatı olmayan doktorlar için söylenmiş bir sözdür. Sanat çeşitleri göz önüne alındığında hangi sanat vardır ki tıpta mevcut olmasın. Muayene usullerine bakın. İnspeksiyonla en azından bir ressamın gördüğü derinlik ve seçiciliğe sahip olan tıp mensubu, palpasyonda balmumundan heykel yapma, perküsyonda vurmalı çalgılar, oskültasyonda bir müzikal hassasiyet üstadı konumunda. Anamnez ise edebiyatın ta kendisi. Dedikoducu merakı, savcı şüphesiyle hastasını sorgulayan doktor, az konuşanın ağzından sözcükleri cımbızla çekip özenle biriktirirken, çok konuşanın cümlelerini de edeple bölüp hassas imbiklerde süzen bir sanatkâr. Hangi kültüre ne cümle ile hitap edeceğini bilen bir hatip, kızgın bir kalabalığı teskin eden bir söz ustası. İntihara teşebbüsü durduran bir din adamı, bir filozof. Nadir vakaları resmeden, hatta onları arşivleyen bir koleksiyoncu. 

 

Devamı Ocak 2017 Sayımızda…