Gaziantep Üniversite Hastanesi Haber Bülteni

ÖLÜM YOK!


Biyolojik anlamda canlı, enerjiyi dönüştürebilen metabolizmasıyla, moleküler düzeyde bir yaşam programı olan ve bu sayede kendi benzerlerini yapabilecek kabiliyete sahip biyolojik yapılar bütünü, canlılık da, işte bu biyolojik yapıların mütenasip çalışması.. Ölüm ise, bu sistemin, onarılamayacak nispette bozularak programın sekteye uğraması..  

İlmin mürşitliği altında, kupkuru kelimeler ve en kaba hatlarıyla tarifini kekelediğimiz ölümün tanımı, yine canlılık tarifini ortaya koyan bilim adamlarına ait.. Doktorlar, ölümü tanımlayacak iyi kötü bir teşhis ve tecrit istidadına sahipken, din adamı bu teşhiste herhangi bir kritere sahip midir? Hekim, “Öldü” dedikten sonra, bu bedenin defnine karar veren yine hekim mi yoksa din adamı mıdır?

Ölmeden az önce bir ünite kan bağışı yaptıktan sonra, kapıdan çıkar çıkmaz ruhunu teslim eden birisi öldü kabul edilirken, o bir torba kanda yaşayan hücreler kime aittir? Öldü denilerek toprağa verilen koskoca bir bedene karşılık, yine o bedenden olduğu halde hala hayatta olup iş gören o kan hücreleri de neyin nesidir?. Gerçek ölüm nedir?. Nefes almamak mı, kalbi durmak mı?... Ölüm denen mefhum, parçada mı, bütünde mi saklı? Yoksa parçanın bütünle olan münasebetinde mi?. Her parçanın ayrı ayrı can vermesiyse ölüm eğer, parçayı küçülte küçülte ta atom düzeyine indirdikten sonra, atomdaki canlılığın durması mıdır asıl olan?. Hangi atomik parçanın elektron döngüsü durur ki?. O, bir var oldu mu daha durmaz; döner, döner.. Demek ki ölüm yok!.. Boyut değiştirmek var. Anne karnından önce metafizik, anne karnıyla başlayan fizik hayat.. Sonra yine metafizik.. Ölüm, belki bir son oluş, fakat asla yok oluş değil… 

Kâinat, bir süreklilik hali içinde olduğundan, canlılık da bir kez var oldu mu bir daha inkıtaa (Kesinti) uğramayacak; evrile evrile, buut değiştire değiştire sonsuz mesafeleri aşıp, şekilden şekle, renkten renge girecek de yok olmayacak. Bir tohumun yok olarak yerine ağaç çıkması değil, tohumun bizzat ağaca dönüşerek hayat bulması gibi.. “Hiçbir şey yoktan var olmaz ve var olan hiçbir şey yok olmaz” teziyle evreni fizik bir dengede gören Lavazye (Lavoiser), bu dönüşümü zevken idrak eden ve yok oluşun mümkün olmadığını heceleyen hummalı, cins kafalardan..

Yaşam için gerekli maddi unsurları bir araya getirmekle canlılık sağlanabilir mi? Mayonezdeki zeytinyağı, yumurta ve limon üçlüsü gibi, hücrenin ihtiyacı olan çekirdek, sitoplazma ve membran unsurlarını bir araya getirmekle canlılık elde edilebilir mi? Yoksa canlılık denen şey gerçekte, cesedi sırtına yüklenerek muayyen bir vakte kadar taşımaya mecbur, muharrik, esrarlı bir güçten mi ibaret?  

Kendini tarif eden bir insan; benim kolum, benim bacağım, benim kafam derken, tüm bunları söyleyen o “Ben” kim? Yunus Emre’nin “Bir ben var bende, benden içeri” dediği o gizli “Ben” mi yoksa?. O, üstüne çeşit çeşit vücutlar giyerek boy gösteren, bir an önce sırtındaki yükten kurtulmak ve özgürlüğüne kavuşmak için gün sayan, dünyadaki yegâne homojen, yekpare ve latif unsur; ruh.. O ruhtur ki, baki yaşamla kaim.. Ölmeyen, yaşlanmayan ve her dem taze kalan ve dış yüz kabartısıyla münasebeti sadece sayılı günler ölçüsüyle düğümlü..  Parça, bütünün habercisi olduğuna göre, sonsuzun bir parçası olan ruh da elbette namütenahi.. Dışına giydiği cesedin eskimesi ve nihayet yırtılmasıyla ortaya çıkan ruh, evet, esrar perdesinin mümessili ruh, ebedi hayattar….. 

Biyolojik yaşamı son bularak toprağı üstüne çektiği halde, hala hayatta tasarrufu olan ve tabaka-i hayatın (Hayat mertebeleri) farklı versiyonlarında bir şekilde yaşamaya devam ederek paranormal mevzularda başaktör olan simalar, ölüm gerçeğinin tam anlaşılamadığının kati bir delilini teşkil etmekte.