MEDENİYET ve ÖLÇÜTLERİ (Birinci Bölüm)
Kültür; bir kavmin maziden gelen duygu, düşünce, töre ve dininin (inanç) etkisi altındaki anlayışlar bütünü, medeniyet ise; benzer kültürlere sahip daha büyük toplulukların yaptıkları/ettikleri şeylerin, sistemleşmiş hukuk, sanat, estetik ve düzenler manzumesi.. Medeniyetlere, kavmî ve ırkî unsurların can suyu vermesiyle örgüleşen kompleks ve siyasî organizasyonun adı, devlet.. Bu sebeple devletler, medeniyetten doğar.
Toplum mühendisleri bu bilgiye dayanarak bir toplumu, zümresine göre kolayca manipüle edebilir. Genlerinden gelen atiklik veya atalet hali, bazı davranışları meşru kıldığından, toplumun davranışı aslında kestirilebilir, öngörülebilirdir (predictable). Fert fert herkese az çok sinmiş olan bu toplumsal hafıza, beklenen tavrı sergilemekte istatistiksel bir doğruluk bildirir. Mesela, hiç tanımadığı birinin kendisine küfrettiğini gören bir doğu adamı, işi kendi elleriyle halletmek için kolları sıvarken, bir batılı, derhal kolluk kuvvetlerini arayacaktır. Doğuda, kanayan bir toplum yarasına şahıslar bizzat kendisi merhem olmak isteyecek, fakat batıda bu iş için hayır kurumlarına yardım etme yolu tercih edilecektir. Bu tavırların kaynağında yatan; doğulunun şahsî gücü sayesinde devletin kuvvet bulacağını düşünmesi (Tümevarım), batılının da devletin ezici gücü altında kendinde bir kuvvet bulması anlayışından ibarettir (Tümdengelim). Hukuk sistemi de hakeza.. Doğuda, atfedilen suçu fert temizlemeye memur, batıda ise isnat eden ispata mecbur.. Bu sebeple doğulu, bir suça adı karıştıktan sonra üzerine atılan lekeyi temizleyinceye kadar doğal suçlu, batılı ise suç ispat edilinceye kadar özgür..
Medeniyetleri oluşturan toplulukların rengi böylece farklı farklı spektrumlarda olup, biri diğerine zıt tayflar içerir fakat kendi içinde bir tutarlılık arz ettiğinden, her biri göreceli olarak doğrudur. Bu nedenle hadiselerde mutlak doğru bulunamaz. Sayısız doğru içerisinde her toplum, müntesibi olduğu medeniyet kurallarının doğrusunu benimser. Bir memleketin ayıp saydığını diğeri iftihar meselesi yapar, bir yerdeki günah diğerinin ekmek kapısı, birinin korkunç bulduğu diğerine vakur bir eylem olarak gelir. Mecelle gibi genelgeçer kurallar ise, mutlak doğruyu değil kabul edilebilir en makul yargıları kucaklar.
Biri diğerine dominant olsa da ne solaklar ne de sağaklar topluluğu bir üstünlük belirtir. Doğu ve batı medeniyetleri arasında da bir çekişme aramak yerine bunları, birbirini tamamlayan beynin iki yarımküresi gibi kabul etmeye muhtacız. Bir düşüncenin bütün kutuplarını kucaklayan bir anlayış.. Cihan çapında bir anlayış için bir tarafta durup, diğerini anlamaya çalışmak borcundayız.. Biri tez iken diğeri antitez yahut sentez.. Bunlardan birinin bilinmesi diğerinin anlaşılmasını da mümkün kılar. Çünkü biri bilen her şeyi bilir.
Doğu batıya, batı doğuya muhtaç.. Biri hammadde, diğeri emek.. Cevher, öz, lüb, kaynak hep doğuda, ancak bunun şekil dehası batıda. “Güneş doğudan doğar”. Batı medeniyetleri de doğudan gıdasını almış, şekillenmiş ve daha sonra Rönesans’la maddeye hükmederek doğunun da önüne geçmiştir. Hiçbir şeyde devamlılık olmadığı gibi bu değerler de tarih boyunca hep el değiştirmiş, bazen batı bazen de doğu iktidar bildirmiş ve bu devinimin sonucunda insanoğlu hep kazanmıştır.
Bu dengeler manzumesi, medeniyetler mecellesini doğurmuş ve medenî olmanın ölçütleri de bu sayede sistematize edilmiştir. (Yazının devamı diğer sayıda)