KAN, TER ve GÖZYAŞI
Yüce değerleri kullanarak ahkâm kesmek ve bu sayede toplumu dizayn etmek, tersinden, değersiz ve aleladeleştirici bir etki yaparak, dokunulamaz denilen kıymetleri örseleyip, onu, işportacı malı mesabesine indirebilir. Arkasına aldığı ulvi kıymet hükümlerine dayanarak, beylik laflar eden zat, baba mirasını fütursuzca harcamak haysiyetsizliği gösteren kumarcı bir evlada benzer. Hele hele toplum nezdinde itibarlı sayılan kişilerin bu yola tevessül etmesi, “İmam bunu yaparsa, cemaat….” meselesine örnek teşkil edecek kadar hayati bir önem taşır.
En basit bir dünya işinde, ukbaya dair hazineleri pervasızca harcayan bir zihniyet, arkasından giderek kendisine tâbi olabileceğimiz bir zihniyet olamaz. Dünya ve ukbaya dair meseleleri birbirinden bir sarraf hassasiyetiyle ayırt ettikten sonra, hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi maveraya çalışan bir anlayışa meftunuz..
Gündelik konuşmalarda, baki alemin jargonu, dünyevi bir nema uğruna kullanılıyorsa, oradan uzak durmak gerekir.. Yok, eğer hesaplı, kitaplı, yeri ve zamanı belli bir konuşma metni içerisinde, aynı kelimeler aynı maksatla irat ediliyorsa, bu sefer de oradan, yılandan, akrepten, çıyandan kaçar gibi kaçmak icap eder. Çünkü ulvi değerler, onun bunun keyfine peşkeş çekilemez ve bu işi yapanlar, namus pazarlayanlara ne deniyorsa ondan daha aşağı bir isimle mühürlenmeye müstahaktır.
Erk sahibinin silahına karşılık, yalnızca gaybî destekten ümitvar olan ve Batılının alın teriyle kazandığını, sadece kalbî gayretlerle elde edebileceğini vehmeden bir anlayış, tembelliğini yüce yaratana yükledikten sonra, kırk haramilerdeki “Açıl susam açıl!” sihrine denk bir hissizlikle ağzında gevelediği kelimelerle, varlık âleminin kaidelerini değiştirebileceğini sanıyor. Oysaki göklerin “İnsana, çalıştığından başkası yoktur” emri, herkesi zapturapt altında tutan bir düsturdur. Sadece O’na inananları değil, gırtlağına kadar reddiye çukuruna batmış inkârcıları bile ihata eder. Çünkü O, kendine serfüru edenlerin de etmeyenlerin de yegâne yaratıcısıdır.
“Adl” kelime kökünün ifade ettiği mutlak adaletten, insanoğlunun idraki ölçüsünde bir adalet anlayışı çıkarken, “Hakk” kelimesinin ifade ettiği mutlak gerçeklik ve mutlak doğruluktan da bugünkü hukuk anlayışı neşet etmiştir. Hukuk, adaleti bulmada bir enstrümandan başka bir şey değildir, esas olan adalettir… Buna karşılık, dünya görüşü olarak sırtını biricik gerçekliğe dayadıktan sonra, kendisine bu konuda iltimas talep etmek, tüm dünyanın gözü önünde fikir namusuna kıyıp onu payümal etmekten farksızdır. Çünkü O, her yaratılmışın mutlak kaynağı ve mutlak sahibidir. Adalet ise herkesedir… Çalışmayana, didinmeyene ekmek yok..
Hakeza, gökteki yıldızlar mesabesindeki topluluğun en parlaklarından Hz Ömer’in; “Siz tevekkül değil, teekkül (hazır yiyici) ehlisiniz” ifadesi, mevzuyu billurlaştırmaya kafidir.. Kan, ter ve göz yaşından ibaret üç damlayla, bedel ödemeden neticeye ulaşma hayali, hem göklerin, hem arzın, hem madde, hem mana planında eşyanın, zaman ve mekan dışına itilme hamlesinden başka bir şey değildir. Çünkü O, hangi saikle olursa olsun, kendi koyduğu kuralın bozulmasına zatıyla bizzat mani teşkil eder..
Torpil yok!... İltimas yok.. Taraf tutma, adam kayırma hiç yok.. Olsa olsa lütuf var, ihsan var.. Fakat daha ötesi yok. Eğer öyle olmasaydı, insanlığın iftihar tablosuna atılan taş isabet etmez ve mübarek dişi de kırılmazdı..