Gaziantep Üniversite Hastanesi Haber Bülteni

“Her Temas Bir İz Bırakır”


Kusursuz denilen bir cinayeti aydınlatırlar kimi zaman… En hassas konuları inceler, çözüme ulaştırırlar. Ölümle iç içe bir yaşamı benimsemiş, detayları fark edebilmeyi hayatlarının parçası haline getirmiş insanlardır onlar. Zor bir mesleği layıkıyla ile yerine getiren Adli Tıp Uzmanlarını hiç merak ettiniz mi?

 

Bültenimizin bu ayki konuğu GAÜN Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aysun BARANSEL ISIR.

 

Çocukların istismara uğradığı,  öldürüldüğü bir dünya istemediğini ve bu zalimliği yapanların insan olamayacağını vurgulayan ISIR, “Her ölümde farklı hikâyeler var. Otopsi yaparken o hikâyelerin içine giriliyor. Acı hikâyeler bizi hüzünlendiriyor, ancak profesyonel davranmak durumundayız. Günlerce aklımızdan çıkmayan olaylar da yaşadık. Beni en çok etkileyen çocuk otopsileridir.” ifadelerine yer veriyor.

 

İşte Prof. Dr. Aysun BARANSEL ISIR ile gerçekleştirdiğimiz o anlamlı, keyifli söyleşinin geri kalanı…

 

Öncelikle, kısaca kendinizden bahseder misiniz?

Doğma, büyüme Gaziantepliyim. 1996 yılında Erciyes Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. Adli Tıp ihtisasımı 2000 yılında tamamladım ve 2016’da Profesör unvanını aldım. Akademik görevim yanında birçok idari görevde de bulundum. 2007 yılında Gaziantep’te çocuk istismarı konusunda uluslararası katılımda bir ilk olan, kongre gerçekleştirdim. Gerçekleştirdiğim çok sayıda proje, panel, sempozyum ve kongre ile birlikte çocuk istismarı konusuyla ilgilenmeye hep devam ettim.  2010 yılında Türkiye’de bir ilk olan, cinsel istismara uğrayan çocukların ilk değerlendirmelerinin yapılmasını amaçlayan Çocuk İzlem Merkezleri’nin kurulmasında yer aldım ve eğitim koordinatörlüğünü yaptım. Ankara’daki birkaç üniversitede Tıp öğrencilerine yönelik iletişim becerileri eğitimi verdim. Çocuk suçluğu konusunda yaptığım çalışmayla ödül aldım. 2013 yılında ise Çocuk İstismarı ve İhmali Önleme Derneği’nin yönetim kuruluna girdim. Yönetim Kurulu Üyesi ve Genel Sekreter olarak bu konuda aktif çalışmaya başladım ve halen bu görevi sürdürüyorum.

 

Neden Adli Tıp?

Bu soruyu kendime çok sordum. Çocukluk yaşlardaki ilk hedefim hukuk okumaktı. Sonra “Tıp” tercih ettim. Adli Tıp; tıpla hukukun arasında bir kesişme noktası olduğu için bu alana yöneldiğimi düşünüyorum. Ama bana hep ya çocuk doktorluğu ya da kadın doğum uzmanlığı yakıştırıldı. Çok sevdiğim bir pediatri hocam bir gün bana “Pediatrik yüzlü adli tıp uzmanı” tanımlaması yapmıştı. Bu tanım çok hoşuma gitmişti. Çocuk demek, umut demektir.

 

Adli tıp denince akla ilk gelen otopsi oluyor. Peki, otopsi süreci nasıl bir süreç? Neler hissettiriyor? Biraz bahseder misiniz?

Adli Tıp: Tıp bilimleri içerisinde hukuku ilgilendiren konuları içeren bir bilim dalıdır. Adli Tıp dendiğinde akla ilk gelen otopsidir. Oysa otopsi, otuza yakın farklı disiplini olan Adli Tıp’ın uygulama alanlarından yalnızca biridir. Adli Tıp’ta temel olan prensip Locard prensibidir. Bu prensipler, “Her temas bir iz bırakır”, “Kusursuz cinayet yoktur” sözlerinde kendisini bulur. Şöyle ki, bir kişi öldürüldüğü yerden muhakkak bir parça taşır ve oraya kendinden bir parça bırakır. Bu parçalar gözle görünmeyen binlerce fiber de olabilir, gözle görünebilen başka parçalar da olabilir. Katil mutlaka bir iz bırakır.  Mesela; beşiğinde ölü bulunan bir bebek getirilmişti. Kafatasını açtık ve içeride bir iğne parçası bulduk. Bu durumun otopsi ile doğal ölüm olmadığı kesinleşmişti. Otopside ölüler konuşur, dirileri eğitir. Otopsi, cerrahi bir girişimden farklı bir olay değildir. Cerrahi tekniğine uygun otopsiler yapılmadığında deliller kaybolur, bilgi kirliliği oluşur. Otopsi olay yerinden başlayan bir süreçtir. Olay yerindeki diğer delillerle birlikte değerlendirilmesi gerekir. Cinayet olduğundan şüphelendiğiniz her ölüm aslında bir kusuru barındırır.  DNA analizi, balistik, toksikolojik incelemeler gibi kanıta dayalı delillerin toplanma ve değerlendirme kalitesi, sonucu belirler. Tüm bu aşamaların birinde yapılan eksik ya da hatalı işlemlerin telafisi,  en istemediğimiz olay olan feth-i kabir (mezar açılması) ile sonuçlanabilir. Ya da davanın sonuçlanamaması yani  faili meçhul olarak kalmasına neden olabilir.

Her ölümde farklı hikâyeler var. Otopsi yaparken o hikâyelerin içine giriliyor. Acı hikâyeler bizi hüzünlendiriyor, ancak profesyonel davranmak durumunda kalıyoruz. Günlerce aklımızdan çıkmayan olaylar da yaşadık. Beni en çok etkileyen çocuk otopsileridir. Çocukların istismara uğradığı, kasten öldürüldüğü bir dünyada çocuklara bu zulmü yapanlara insan demeye utanıyorum.

 

 

Mesleğiniz zor bir meslek olarak biliniyor. Sizi çok etkileyen bir anınınız var mı?

Beni etkileyen çok anı var. Bunlardan biri ise şu; 6 aylık hamile bir anne, eşinden gördüğü şiddet sonucu ex(ölüm) olup, karnındaki bebeği ile otopsi için getirilmişti. Anne ile birlikte doğmamış kız bebeğine, yaşama hakkını elde edemeden şiddet ve ölüm kıskacına yakalanmış masum fetüsü, annesinin karnından almak bana çok zor gelmişti. Önlenebilir şiddet temelli bir olay ardında, iki masum cansız beden bırakmıştı…

 

Hassas konulardan biri olan “Çocuk İstismarı” üzerine çalışmalarınız söz konusu. Çocuk İstismarını ve İhmalini Önleme Derneği’nin Genel Sekreteri olarak da görev yapıyorsunuz. Bu dernekten ve çalışmalarınızdan bahseder misiniz?

Derneğimiz 1988 yılında kurulmuş olan 28 yıllık bir sivil toplum kuruluşu. Merkezi Ankara’da yer alıyor. Derneğin yüklendiği vizyon ve misyon; çocuk istismarı ve ihmali konusunda farkındalık, bilgilendirme, eğitim, ve önleme çalışmalarını yapmaktır. Bu amaç doğrultusunda, çocuk istismar ve ihmali konusunda disiplinler arası kongre, konferans, seminer, çalıştay vb. bilimsel toplantılar düzenleyip, gerek ulusal gerekse uluslararası kuruluşlarla işbirliği içinde çalışmalarımızı yürütmekteyiz. Derneğimiz, aynı zamanda “Uluslararası Çocuk İstismarını ve İhmalini Önleme Derneği”nin (International Society for Prevention of Child Abuse and Neglect-ISPCAN) üyesidir.

Çocuk istismarı dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi ülkemizde de önemli bir sorun olmaya devam etmektedir. Bu konuda yapılan bazı kesitsel çalışmalar her 5-6 çocuktan birinin fiziksel istismara, her 8-10 çocuktan birinin de cinsel istismara uğradığını göstermektedir. Sonuçlarının çocukların geleceğini kararttığı, hiçbir şekilde mazur görülemeyecek ve önlenebilir bir toplumsal sorun olan çocuk istismarına yaklaşımda toplumlar bazı evrelerden geçmektedir. Bu evrelerin ilkinde o toplumda çocuklara yönelik fiziksel ya da cinsel istismarın varlığı reddedilir, “Bizim toplumumuzda çocukların başına böyle şeyler gelmez” denir. Özellikle cinsel istismar bir tabu olduğu için var olan olaylar gizlenir ve toplumun olaylardan haberi olmaz. Sonraki 2. evrede çocuk istismarının çeşitli şekilleri tanınmaya başlar, bu konuda farkındalık ortaya çıkar. Bu evrede toplum bu durumu, yeni ortaya çıkmış gibi hisseder. Umutsuzluk ve öfke duyguları yaşanır. Son evrede ise her çocuk için sevgi ve iyi bakımın, beslenmenin, korunmanın sağlandığı bir toplum oluşur.

Biz toplum olarak 2. evredeyiz. Bundan 25 yıl önce çocuklara yönelik istismar yok diyorduk. Ama şimdi bunu kabul ettik ve “Nasıl engelleyebiliriz” konusunu konuşuyoruz. Temennim ise, son evreye en kısa zamanda ulaşmak için; çağın akışına uygun, çocuk hakları ilkesine bağlı yüksek toplum bilinciyle “Tüm çocuklar gülsün ve mutlu olsun” duygu paydaşlığı ile harekete geçilmesidir.