EŞİTLİK ve GLOBALLEŞME (Birinci Bölüm)
Eşitlik… Her yerde, her şeyde, her oluşta bir eşitlik.. Boyda, kiloda hatta cinsiyette bile eşitlik... Herkesi, aynı boy seviyesine getirerek hizalayan bu kavram, bugün bambaşka bir mefhum halinde tüm dünyayı tesiri altına almış, yayılıyor. Daha önceleri komünist ağızların bayat bir söylemi olan müsavat (Eşitlik), bugün bütünüyle farklı bir kimlik ve mantaliteyle yeniden karşımıza dikilmiş durumda.
Kadın erkek eşitliği kisvesiyle gayet masumane görünen bu zihniyet, gerçekte toplumun en temel mekanizmalarına çomak sokmak hevesinde.. Önce, eşitlik adına, kadın haklarının ihlalini bahane ederek toplumun bu hassas yönünü kullanmış, daha sonra hızını alamayıp, giyim kuşamda, saç modelinde, meslek seçiminde, hemen her şeyde kadınla erkeği bir birine denk tutmaya başlamıştır. Eşitlik söylemleri de bu nedenle, adeta kadının kaybettiğini ona geri vermek değil, erkekten taviz koparmak şeklindeki bir hınçla tezahür etmiştir. Biyoloji ve psikolojiyi hiçe sayan bu anlayış, ev reisliğini ortadan kaldırmış ve her şeyi bir bütünün iki parçası olacak şekilde, sözüm ona eşit fakat adaletten mahrum, tam ortadan ikiye bölerek parçalamıştır. Ama geri plandaki niyet, aslında kadının kaybolmuş hakkını teslim etmek değil, globalleşmenin gereğini icra etmektir. Böylece toplumda tek tiplilik başlayacak ve sevk ve idare bu sayede tek elden rahatlıkla yapılabilecektir.
Pembe dar pantolonlu erkekler, alabulus traşı olmuş kadınlar, aşırı bakımlı (Metroseksüel) erkekler, nara patlatan kadınlar… Beşeriyeti tekdüze ederek adeta tek cinsiyetli hale getiren bu anlayış o kadar benimsendi ki, gelin ve damat aynı tip kıyafet içerisinde nikâh masasına gelse, artık abes sayılmayacak… İnsanlığın iftihar tablosundan bir ihtar; “Kadın-erkek ayırt edilemediği zaman kıyameti bekleyin”..
Irklar arasındaki farkın azaldığı, ülkeler arasındaki sınırların ise neredeyse ortadan kalktığı yekpare bir dünya mefkûresi.. Bu dünyada, genç ve yaşlı arasındaki farkların azalarak minimalize olması için elden ne geliyorsa yapıldı; cilt bakımı, spor, diyet, ilaç desteği vs… Endüstrinin de teşvikiyle bu iki zıt kutup, artık orta noktalarda bir yerde aynı boya geldi. Bu seviye, genç olanlara, az çalışarak en üst düzeyden maaş almak ve hayatı bir emekli rahatlığında geçirmek hevesini aşılarken, yaşlılara da gençliğinde yapamadığı haytalık ve afacanlığı hiçbir toplum baskısı hissetmeden yaşama sevdasını tevehhüm ettirdi. Böylece hayat, hazım kanalları ve tenasül yollarının işlediği bir süreç olmaktan öte bir mana ifade etmez oldu.. Herkes çok iyi yaşama noktasında birbiriyle yarışmaya başladı.. Tüm bunları sağlayan ise; “Her fert eşit haklara sahiptir” klişesiydi.. Önceleri bu kavram, hukuki ve içtimai boyutta olup, yazılı olmayan toplum kuralları ve kültlerle kendi içinde dizayn edilirken, sonraları, işte bu eşitlik kavramının genişletilmesiyle bu toplum baskıları da bertaraf edildi ve nihayet özgürlüğün de tarifi değişmiş oldu.. Globalleşme azmindeki üst akıl, biyoloji açmazına rağmen (Dilemma), sırf bu eşitlik teranesiyle, hemcinsiyle evlenmeler, erkeğin çocuk doğurma haberleri gibi sapkın fikirleri, safi zihinlerin idlali (Bozulması) için mahyalaştırdı..
Öyle bir eşitleme çabası ki, dominant hiçbir şey kalmasın dünyada.. Güçlü bir bilek kalmasın.. Herkesin eli eşit kuvvette olsun.. Ve yardımlaşma son bulsun.. Hayat neydi peki, yaşamaya değer hayat neydi? Cidal mi (Kavga), teavün mü (Yardımlaşma)?
(İkinci bölüm “Ekollerin Yıkılışı”)