Gaziantep Üniversite Hastanesi Haber Bülteni

EKOLLERİN YIKILIŞI


İnsan büyütülse kâinat, kâinat küçültülse insan olur. İnsanda ne varsa kainatta da o.. Toplum değerlendirilirken de indeks vaka olan insan, bir beşer olarak ele alınıp aynı prensiple ölçülendirilebilir. Bu bağlamda gözü, kulağı, ağzı, burnu, kalbi ve ine ine en ücra ve kuytu yerine kadar insanın toplumdaki bir karşılığı hemen bulunacaktır. Yığınlara rehberlik edecek bir beyin takımı, kalbinde duyguların makes bulduğu gönül insanları, keskin bakışlarla ufukları süzüp, yaklaşan hadiseleri herkesten önce gören müneccimvari simalar.. Bu sayede, toplumda davranış ve işgal ettiği yer açısından insanın artık neresine karşılık geliyorsa, kendini hemen ele verecek mizaçları da saptamak kolay olacaktır.  

Nasıl ki insan vücudundaki organlar birbirine ne denk ne de eşit mesafededir ve bir külçe gibi tek bölgede yığınlaşmak yerine ayrı ayrı yerleşimleri sayesinde işlevseldir, aynı şekilde toplumu oluşturan insanlar da, ortak bir menfaate hizmet eden bir bütünün, sadece birbirinden farklı azalarından ibarettir. Bu nedenle, insanları kayıtsız şartsız birbirine eşit görmek, yürüyen bir sisteme çomak sokmak yahut yok saymak anlamına gelir.

Seneka (Lucius Annaeus Seneca), insan topluluğunu “halk” ve “bilgeler” diye ayırıyor ve gösterişli bir yaşam sürse de, bazı servet sahiplerini aklını yeterince kullanmadığı için (sıradan) halk olarak görüyor.. Vagonlara bir lokomotif, makineye bir dinamo gerekir. Halkı, güya eşitlik fikriyle hipnotize eden anlayışların, bu yolla, topluma hız ve yön verebilecek kabiliyetteki göze çarpan seçkin değerleri törpülemek azminde olduğunu görüyoruz. İbn Haldun, az gelişmiş ülkelerdeki geri kalmışlığı, esasen bu ülkelerdeki içtimaî bir zümrenin yokluğuna bağlar. Öyle olsun ki herkes aynı boya gelsin (!)... Ne renk, ne ırk, ne soy, ne sop, ne ülke sınırları kalsın, ne bir şey.... Ne bilge kalsın, ne sıradan halk.. Ne ekol kalsın, ne monşer.. Her şey, herkes standart aynı boyda, aynı evsafta olsun ki yönetilmesi ve gereğinde yutulması kolay olsun.. Çıkıntıların törpülenmesi, kılçıkların ayıklanması hep bu sebepten.. Vitrinde sunulan ise, yılların kokuşmuş temcit aşı; eşitlik.. Oysaki aynı boya gelmek durağanlaşmak olup, ölüme denk ve daha önce bahsettiğimiz hareket prensibine muhaliftir.

İnsanlar aynı çizgi üzerinde arka arkaya sıralansa, yönü herkesin aksine dönük olanlar asıl bu toplumun lokomotifleridir. En orijinal, en bakir fikirler hep bu mizaçlardan çıkar. Bu nedenle herkesi aynı çizgi ve aynı yönde hizalama gayreti, aslında toplumun köküne dinamit koymaya denk bir tahribat hamlesinden başka bir şey değildir.    

Ekol olmak, gelenekselleşmek zaman ister.. İsim yapmış ilim yuvaları, ortak bir ıstılahî dil (Jargon) etrafında öbeklenerek ekol olur; bu da yaklaşık 30 sene sürer.. Aynı ekolün müntesiplerinden hangisine bakılsa, tıpkı biyopsi gibi, alınan parça, bütünün habercisi olacak ve yaklaşım açısından benzer çizgiler içerecektir. Ekoller bu nedenle kendi içinde hep homojenlik arz eder. Bir profesörün öğrencisinin öğrencisi de profesör olunca, artık bu hocaların hocası ilk kuşak profesör, nasıl ki ordinaryüs oluyorsa, bilgi üretilen yerlerde de (Üniversite) ekol olmak için bu üç kuşağın birbirini görüp, aynı mekânda bir etkileşim içerisinde beraber çalışması icap eder. Harvard üniversitesine kabulde gizli şart; babasının olduğu gibi dedesinin de üniversite mezunu olması (Aile içi ekol)..

Ekol bazen isim, bazen bina, bazen de bir mefhumda gizli.. İsmi değişen değerler, kimliğinden ödün verdiğinden, ihtiyacımız olan belki de İstanbul’daki Merkez Efendi’nin hocasına dediği gibi; “muhal farz Allah olsam, her şeyi merkezinde (yerinde) bırakırdım” demektir.