DUYGULAR - DÜŞÜNCELER
Duygular düşünceyi, düşünce de davranışları doğurur.. Bunlar bir müsellesin (üçgen) kenarları gibi birbirini takip ederek, biri diğerine tesir eder. Dolayısıyla davranışın altında yatan düşünce, ortamın atmosferinden, havada uçuşan latif cisimciklerden veya henüz vücut bulmamış duygulardan menşe (orijin, köken) alır. Bu nedenle duygular müspet, eşya ve hadiselere bakış muhkem olmalıdır. Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen ise hayatından lezzet alır..
Toplumsal infiallerin, ahlakî ya da örfî davranış bozukluklarının altında hep duygu durum arızaları yatar. Sürekli baskıyla büyümüş ve bu nedenle duygu karışıklığına uğramış insanlardaki düşünce bozukluğu, buradan gelmektedir. Oysaki hisleri sevgi ile doldurulmuş fertlerden mürekkep bir toplumda, kâmil davranışların olması olağandır. Giyilen kıyafet bile duygulara etki ederken, sevgiden mahrum kalmış fertlerden olumlu davranışlar beklenemez.
İyilikten maraz doğacağını bile bile, şefkatten yine de ödün veremeyiz. Kendisine kötülük yapıldığında, bundan sonra babama bile güvenmeyeceğim diyen bir zihniyet, otomatik olarak saf değiştirmiş ve daha önceki mazlum halini zalim rolüne feda etmiş olacaktır. Başına ne fenalık gelirse gelsin, iktidar olduğunda, yaşadığı kötü tecrübelere nispetle, tam tersini yapabilen ve kendini kötülerle kıyas etmek yerine, iyilerin neresine geliyorum diye muhasebeye çeken anlayışlara ihtiyacımız var. Suya düşen akrebi eliyle kurtarmaya çalışan bir zata, “Ne yapıyorsun, akrep değil mi, bırak ölsün” hitabına karşılık, “O akrepliğini, ben insanlığımı yapıyorum” cevabıyla taşı gediğine koyan ve bu davranışıyla herkesin kendine yakışanı yapacağını zihinlere kazıyan mantalitelere muhtacız..
Duyguları hercümerç (Allak bullak) olmuş fertlerden müteşekkil bir toplumda, zulmün kol gezmesi sürpriz değildir. Bu durumda herkes payına düşen hatayı bulmaya memur, belki de mecburdur. Mazlum hakkını yerde bırakmayacağı sözünü veren ulvi öğretiye rağmen, yerlerde sürünen ve tek lokma ekmeğe muhtaç bir zavallının hakkı, göklerin emriyle neden verilmiyor sualine cevap, belki de onların gerçek mazlum değil de sıra bekleyen zalim olmalarındandır. Eline fırsat geçmediğinden mazlum rolüne bürünen bu tipler, punduna getirdiğinde, daha önce pipetleyerek söğüşlediği 3-5 kuruşluk mirî malını, hortumlamak suretiyle dibini kurutacaktır.
Erişkin olana kadar sürü psikolojisiyle hareket etmiş ve bulunduğu ortamda tehdit, baskı, hakaret ve kimlik ihlaliyle duygu durumu bozulmuş fertlerde, düşünce sisteminin sağlıklı olması beklenemez. Duyguları iğdiş edilmiş bu kişilerden özgün fikirler de çıkmaz. Çünkü düşüncesine pranga vurulmuş bir zihniyetten, kendine özgü, orijinal bir davranış beklemek nafiledir ve bu güruh içinden, topluma örnek teşkil edecek kanaat önderleri de işte bu nedenle çıkmaz. Benjamin Franklin, “Bir kölenin en fazla arzuladığı şey, kölelikten kurtulmak değil, bir gün kendisine ait bir köleye sahip olmaktır” sözüyle mevzuumuzu ne güzel mahyalaştırıyor...
Kendilerine, sözüm ona, fikir zümresi adını takmış topluluklarda yetişmiş kimseler, sürekli enseye tokat yiyerek eğitim aldığından, kemalinden değil de sırf üzerinden zaman geçtiğinden “Olmak” sıfatıyla taltif edildiğinde, hala yediği şamarın tesirinde, eliyle ensesini ovuştururken “Emir vermek” makamına gelemez. Zira biliyoruz ki, yağlı güreşte başpehlivan olmanın en önemli şartı, sırtı yere gelmemiş olmaktır. Bir sefer yere geldi mi sırtı, daha iflah olmaz, su yoluna döner.. Yenilmek de ezilmek de tuhaf gelmez.. Dolayısıyla başpehlivan da olamaz..